Laiklik devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil  akla ve bilime dayandırılmasıdır. 
Laiklik, dinin doğru uygulanabilmesinin teminatıdır!..

O; tarih boyunca hakkında elli bine yakın kitap, yüz binlerce makale yazılmış tek Türk’tür!..

Tarihe Dair Notlar
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam27
Toplam Ziyaret149907

Mantran'ın Yahudi tüccarları

Osmanlı İmparatorluğu’unda, Rumların konumunun genelde iyi olduğuna işaret eden R.Mantran, Makedonya, Trakya ve Ege Bölgesi’ni yeterince tanımış olmalarının, bunda etken olduğunu belirtir. * Rumlar, İstanbul’a yönelik bölgeler arası büyük ticarete katılmakla, gereğinde Türklerle rekabet etmektedir. Rumlar bu konuda gerekli uyumu göstermekte, İstanbul’daki ticari girişimlerini, kendilerine karşı olarak gören Yahudilerle, nadiren de olsa dost olmaktadırlar. Bu dostluk çok sayıda zanaat ve küçük ticaret alanlarına da iş ortamı yaratmaktadır.

Mantran şöyle demektedir:

‘’Böylece, Yahudiler Osmanlı yönetimiyle yabancılar arasında yarı resmi aracılık işinde uzmanlaşırken, özellikle 17. Yy’ın sonlarından itibaren Rumlar, yabancılara yaklaşmışlardır.’’

Yazar, İstanbul’daki Venedik kolonisinin içinde Yahudi olup olmadığını sormakta ve bazı Yahudi tüccarların yurttaşlığını gündeme getirmektedir. Mantran, bazı Yahudi ailelerinin bir bölümün Venedik, diğerlerinin de İstanbul’daki balyozun (elçi) otoritesine tabi olmasını mümkün görmekte, ama ‘’genelleştirilmemeli’’ demektedir.

‘’Yahudi tüccarların Venedik uyruğu oldukları kesin değildir. Aynı aileden olanların İstanbul’da oturanları padişahın, Venedik’de oturanlarınsa cumhuriyet uyruğunda olması muhtemeldir. Bu, özellikle Franko ve Jesurum’ların durumu olmalıdır.** Bunda olağanüstü bir durum yoktur. Fakat iyice belirtelim ki, bu durum ancak Venedik otoriteleri tarafından iyi tanınan birkaç Yahudi ailesine uygulanıyor olmalı.’’

İstanbul’da İngiliz deniz ticaretinin canlanma ve genişlemem çabalarında, Yahudi tüccarların desteği vardır. Bazı Yahudilerin ekonomik güçleri o kadar büyüktür ki, para darlığı çeken yabancı tüccarlar, yüksek faizlerden yakınmalarına rağmen borç alırlardı. Bu yerel avantajlar sayesinde, Yahudiler giderek uluslararası ticarete atılacaktı. Girit Savaşı onların, batıda Venedikliler’in aleyhine, ticari gelişmesini hızlandıracak, Hollanda ve İngiliz desteği belirgin olarak ortaya çıkacaktı.

İstanbul’daki yabancıların, azınlık gruplarıyla olan ilişkilerinde sadece ekonomik çıkarlar sözkonusu olmamıştır.

Yahudilerle ilişkilerin daha değişik olduğunu vurgulayan Madran, ‘’Burada dinsel ya da etnik bir azınlığın korunması sözkonusu değildir. Görünüşte, batı hristitanları ile İstanbul Yahudileri arasında çok sıkı bir insani ilişki yoktur,’’ demektedir.

Sinan Paşa’nın özel hekimi Cristopal, İstanbul’daki konutlara ilişkin bilgi verirken, 60 bin Türk, 40 bin hristiyan evine karşılık, Yahudilerin 4 bin evi olduğunu belirtir (1550).

Evliya Çelebi’ye göre, banliyö dışı 104 bin ev olduğu varsayılırsa, ortaya 410 bin ile 520 bin arası bir nüfus çıkmaktadır.

Nüfusun mahallelere dağılımında, 9900 müslüman mahallesine karşın, 657 yahudi mahallesi bulunur. Bir Fransız tüccarı olan Fabre 1689’da 2000 müslüman, 1200 yahudi hanesinden söz etmektedir. Türk arşivleri, İstanbul, Eyüp ve Galata’da cizye veya bağış ödemek zorunda olanları sayarken, Yahudilerin rakamını 8236 olarak gösterir. Buradan 50-60 bin arası bir nüfus ortaya çıkmaktadır (1690).

Mantran 17.yy’da Osmanlı Yahudilerine ilişkin bilgi verirken, onların Selanik ve İstanbul’da toplandığına işaret eder ve bu merkezlere Edirne, Gelibolu ile İzmir’i de ekler.

İspanya’dan gelen Yahudiler, özellikle zanaat alanında daha önce hiç bilinmeyen teknikler getirmişlerdir. Faaliyetlerini zamanla ticaret ve bankacılık alanlarına kaydıran Yahudiler, yazara göre, Osmanlı yönetimi ile yabancı tüccarlar arasında işbilir aracılardır. Yabancı gemilerden vergileri toplamak işini yüklenenler de onlardır.

Mantran, İstanbul Yahudilerini ikiye ayırır. Bizans Yahudilerinin soyundan gelen ve katı bir bağnazlığa sahip Romalı Yahudiler ile Romalılarınkinden daha farklı bir ayin uygulayan Karayim Cemaati, ki dinsel yasanın uygulanmasında çok daha liberaldir. Esas olarak 15. Yy’ın sonunda Portekiz ve İspanya’dan kovulanlardan oluşan ve İtalya’dan gelenlerin de katıldığı Sefardim Cemaati ve Almanya –Orta Avrupa Yahudilerinden oluşan Eşkenazi Cemaati. Bu cemaat 17. Yy’da oldukça kalabalıktır ve 19.yy’da Sefardim karşısında önemli bir yer kazanmıştır.

Yazarın ifadesi ile ‘’1600 yangınında havralarını yitiren Romalılar’’ diğer cemaatler içine dağılmak zorunda kalmışlardır. Aynı durum, İtalyan ve Portekizli Yahudi cemaatleri için de söz konusudur. Bunlar da, İspanya kökenli Sefardim içinde erimiştir. Eşkenazlar ise, bütünlüklerini korumuşlar, Ukrayna ve Polonya’dan gelenlerle daha da güçlenmişlerdi.

Karayim’in kaynaşmaya direndiğini belirten Mantran, Yahudi seyyah Samuel Bar David’i tanık gösterip, onların Hasköy ve Balat’ta toplandığını söyler.

Birinci Sultan Murad döneminde, Avrupa Yahudileri baskı altındaydı. Bu baskı ve zulme dayanamayan Alman Yahudileri arasında, iki de din adamı yeralıyordu. Kalman ve David adındaki hahamlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda din ve milliyet farkı olmadığınu göreceklerdi. Osmanlı topraklarını ‘’İsmail memleketi’’ sözü Yahudiler için, Osmanlılar’dan söz ederken bir şükran ifadesi olarak kullanılmıştı.

Yahudi din adamları, daha sonra payitaht olan Edirne’ye gelecekler ve Yahudilerin hahambaşısı İsak Sarfatti ile buluşacaklardı. Gördükleri hüsnü kabul ve Yahudilerin huzuru onların ‘’İsmail Memleketi’’ni , Almanya, Macaristan, İspanya ve Fransa başta olmak üzere, Avrupa ülkelerine duyurmalarına yol açacaktı.

Irkdaşlarının, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki huzurunu diğer ülkelere bildiren hahamlar, buralardaki Yahudilerin ağır koşullardan kurtarılarak, Osmanlı İmparatorluğu’na getirilmesini istemişlerdi. Bu istek ‘’mukaddes’’ bir vazife olarak telakki edilmişti.

Osmanlı yönetimi, İsak Sarfatti’nin bu konudaki çabalarını desteklemişti. Böylece, Sultan Murad’ın padişahlığının son döneminde, sahil kasabaları ve ticaret kentlerinde ilk Yahudi kolonileri oluşacaktı.

DİPÇE:
---------------------------------
(*) 17. Yy’ın Yarısında İstanbul, cilt 2. R. Mantran- M. Ali Kılıçbay, Enver Özcan, V. Yayınları 1986 Ankara
(**) Bu isimlerin dışında 17. Yy’da Venedik Kançılaryası’nda 1638 ve 1683 tarihlerinde Naum’la görülür.
---------------------------------

İncicyan, İspanya ve Portekiz’den çıkarılan Yahudi sayısını 900 olarak veriyor ve bunların büyük bir bölümünün 1610’da İstanbul’a yerleştiğini belirtiyor.

Yahudilerin, çoğunlukla Balat’ın iç ve dış taraflarında oturduğunu, çok sayıda havraların olduğunu belirten İncicyan, Edirnekapı’daki mezarlığın ermeni mezarlığının yanında olduğunu işaret eder. ‘’Fakat şimdi buraya ölü gömmek men edilmiştir. Cenazeler, Kuzguncuk Küyü mezarlığına defnedilmektedir.’’

İncicyan’a göre padişahın İspanyolca ile karışık bozuk bir dil konuşan Yahudilere bahşettiği imtiyazlar, rum ve Ermenilerin malik olduğundan fazladır:

‘’Fakat onlar da, diğer vergilerden başka, Müslümanlar gibi yılbaşında hazine-i hassaya eskiden beri tayin edilmiş 36 keselik bir vergi verirler. Karayim denilen Yahudiler, eskiden beri İstanbul Galata’daki karşılıklı sahillerde oturdukları için, bu yerlere KARAKÖY adı verilmiştir.’’

Yazar, Yahudilerin Valde Camii (Yeni Camii) inşaatında buradan çıkmak zorunda kaldıklarını, genelde Hasköy ve Ortaköy’de oturduklarını nakleder.

Vergi kağıtlarına bakıp bir Yahudi nüfusu çıkarılmasının mümkün olmadığını belirten yazarın, vergilerle ilgili bir suçlaması dikkat çekicidir: ‘’yahudilere ait vergi kağıtları, bütün İstanbul mıntıkası için 20.000 ise de, bu rakamdan Yahudi nüfusunu çıkarmak mümkün değildir… Çünkü fakirlerin vergisine mahsus olup ‘’cemaat kağıdı’’ denilen Edna kağıtlarını, onların cemaat reisi hazineden satın alır. Üzerine kendi mührünü bastıktan sonra, cemaatleri vasıtasıyla zengin olan ‘’cemaat başılar’’, şehrin her tarafında dolaşır. Suç işleyen Yahudileri yakalar ve hükümetten izin almaya mecbur olmaksızın, onları cezalandırmak üzere merkezlerine sevk ederler.’’

İncicyan’ın kurgusu onaylanacak türden değildir. Osmanlı imparatorluğu’nun, yargı kurumunun yetkisini hiçbir zaman (İstanbul’un işgali haricinde), ne yabancı bir devlete, ne de azınlıklara vermesi söz konusu olmuştur. Cezai uygulamayı devretmesi, ya da görmezlikten gelmesi de düşünülemez.

İncicyan’ın Yahudilerle ilgili, olumsuz ‘’hristiyan bakışı’’na devam edelim:

‘’Yahudi cemaati reisi, cemaatin ihtiyaçları için halktan vergi toplar. Bu vergi en çok, yiyecek satanlardan alınır. Onlar da, buna mukabil mallarını iki üç misli pahalı satarak verdikleri parayı halktan çıkarırlar. Yahudiler dinlerinin icabı olarak, başka dine mensup satıcılardan yiyecek satın almadıkları için, mecburen kendi dindaşlarından pahalı satın alırlar. Böylece tarh edilen vergi, muntazam bir surette tahsil edilmiş oluyor. Bundan başka Yahudi esnaf topluluklarının hastaları, fakirleri ve diğer muhtelif ihtiyaçlar için hususi kumbaraları ve birer birer sayılması uzun olacak, daha birçok yardımlaşma teşkilatları vardır. Velhasıl Yahudiler arasındaki tesanüd başka milletlere nasip olmayabilir.’’

İncicyan Yahudilerin oturduğu alanlara temas ederken, Hasköy’ü Türk ve Yahudilerle muskün bir kasaba olarak tanımlar. Sarraf Hovannasyan’ın yazmasından yola çıkarak, Yahudi Mezarlığı’nın Karaağaç yakınlarına kadar uzandığını söyleyen yazara göre, deniz kıyısında ve tepenin eteklerinde, yerleşik pek çok Yahudi arasında, ayrı bir çarşıya sahip bulunan bir kısım Karayim Yahudileri yaşar… Hovannesyan, Hasköy’ü Piripaşa olarak anmaktadır. Yine ona göre, Edirnekapı’da Yahudilerin terk edilmiş bir mezarlığı bulunmaktaydı.

DİPÇE:
-------------------------
(*) 18. Asırda İstanbul, P.G İncicyan, çeviren Hrand D. Andreasyan, İstanbul Enstitüsü Yayınları 1976 
------------------------- 

Paris ve Londra’da iki baskı yapan ve 1700 ortalarına ışık tutan satırlara bakalım:

‘’Padişahın doktoru ve kahyası, tercümanı hemen hemen daima Yahudidir. Menfaatine son derece düşkün olan bu kavmin, bundan ne kadar istifade edebileceğini anlamak güç değildir. Yahudiler, Türkiye’de daima sarayın himayesine mazhar olacak çekilde, kendilerini lüzumlu saydırmanın sırrını keşfetmişlerdir.

İngiliz, Fransız ve İtalyan tüccarları Yahudilerin bütün hilekarlıklarını bilmelerine rağmen, yine de işlerini onlara havale etmek zorundadırlar. Zira bütün ticaret onların elinde toplanmaktadır. Yahudi’nin en değersizi bile küçümsenmeyecek kadar mühimdir.’’* A. Ubucini, L Turquie Actuelle’de Türkiye’nin hiçbir zaman dini teröre engizisyon zulmüne sahne olmadığını belirterek ‘’Bilakis Hristiyanlık taassubunun bedbaht kurbanlarına, vatan topraklarında yer açmıştır.’’ Diyordu.

Ubicini, Türkiye’deki Yahudileri diğer ülkelerdekilerle kıyaslayacak ve şunları yazacaktır:**

‘’Tarihe bakarsanız görürsünüz ki, on beşinci asırda İspanya ile Portekiz’den tard edilen binlerce Yahudi, Türkiye’de öyle bir yer bulmuşlardır ki, takriben üç yüz senedir (yazıldığı tarihe göre) onların torunları, orada gayet sakin bir ömür sürmekte ve ancak bazı memleketlerinde hristiyanların ve bilhassa Ortodoksların zulmüne karşı kendilerini korumak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bugün hala Atina’da paskalya yortuları boyunca, hiçbir Yahudi sokağa çıkamamaktadır. Türkiye’de ise, İsrailoğulları Rum ve Ermeni cemaatlerinin hakaretlerine uğrayacak olurlarsa, mahalli idareler derhal onları himaye etmektedir.’’

Br başka yazar, Jean Thevenot 1655-1656 yıllarını kapsayan Osmanlı izlenimlerinde, Türkleri ve azınlıkları yakından inceleyip ayrıntılar verir.

‘’Türkiye’deki Yahudiler’’ başlığı altında konuya yaklaşan Thevenot, (1663) varlıklı bir aileye mensuptu. Amcasının ‘’Şarkiyatçı’’ oluşu, onu doğu dillerini öğrenmeye sevketmişti. 31 Mayıs 1655’de Roma’dan hareket eden Thevenot, 2 Aralık 1655’de İstanbul’a gelmişti. Gezdiği yer sadece İstanbul değildir. Bursa, İzmir, Ege Adaları ve Kudüs’ü de dolaşır. Gözlemlediği ülkeler arasında mısır ve Hindistan’ın da yer aldığı seyyahın, Türk Yahudilerine bakışı şöyledir:*

‘’Türkiye’deki Yahudiler, Türkler gibi giyinirler. Ancak yeşil ve beyaz giymeye ve beyaz sarık takmaya cesaret edemezler. Onlar mor renkli elbiseler giyerler fakat mecbur oldukları için, aynen bir şapka gibi yapılmış ve aynı yükseklikte olan bir başlık taşırlar. Sarık bağlama durumunda olanlar, bunu şapkalarının alt kısmına çepeçevre sararlar. Onlar ayrıca mor renkli ceketler ve pabuçlar giymek zorundadırlar.

Tevrat ve Talmud’da uzun uzadıya bahsedilen dinleri hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim. Adetleri ise, her yerde olduğu gibidir. Yani İtalya’da olduğu kadar, Türkiye’de de kalleştirler. Bütün düşüncelerini, birkaç hristiyan ya da birkaç Türk’ü aldatmak için, kanuni olmayan yoldan faiz alma veya kalleşlik yapmanın yollarını bulmak için kullanırlar. Onlar her yerde, herkesçe hor görülür ve kendilerine kötü davranılır.

İmparatorluğun her yerinde, hükümdara bağlı olan, bütün hristiyan ve Yahudi tebaası her yıl, insan başına dört buçuk kuruşluk bir vergi olan haraç öderler. Dokuz yaşından itibaren bu vergiyi ödemek zorundadırlar. Fakat hristiyan rahip ve din adamları ile Yahudi hahamları bu vergiden muaftırlar. Kadınlar da bu vergiyi ödemezler. Haraç, hükümdar için büyük bir gelirdir ve sık sık yerini değiştiren gayri Müslim, bunlardan muaf tutulamaz. Çünkü, onlar seyahat ettikleri zaman vardıkları her yerde, kendilerine haraç sorulur. Eğer onlar, bunu yıl içinde ödemişlerse, makbuzu gösterirler ve başka yerlere gitme müsaadesi alabilirler. Bu vergiyi ödeyen, hükümdarın tebaası Yahudilere karşılık, başka bir ülkeden gelen Yahudiler bundan muaftırlar ve bunu ödemek zorunda olmadıklarını göstermek için başlarında bir şapka taşırlar; ayrıca başka bir ülkenin vatandaşı olduklarını belirten, konsolosluktan aldıkları bir vesikaya sahiptirler.’’

DİPÇE:
-----------------------------------
(*) Lettres de Milady Wortlay Montaguete, 1764 Paris
(**) Yabancılara Göre Eski Türkler, Prof A. Cevat, Yağmur Yayınları 1969. Eserin aslı Les Ture d’apres Les Auteurs Celebres- Divers Temoignages et Opinions. Prof. A. Djevad- 1919 İstanbul 
(*)Türkiye, jean Thevenot, çeviren Nuray Yılmaz, tercüman 1001 Temel Eser 1978-İstanbul

Yorumlar - Yorum Yaz