Laiklik devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil  akla ve bilime dayandırılmasıdır. 
Laiklik, dinin doğru uygulanabilmesinin teminatıdır!..

O; tarih boyunca hakkında elli bine yakın kitap, yüz binlerce makale yazılmış tek Türk’tür!..

Tarihe Dair Notlar
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam40
Toplam Ziyaret149920

William Engdahl’le “ölüm tohumları” üzerine

Jeopolitik bir silah olarak tohum

İnsanlık karşısındaki en önemli tehditlerden biri de, beş bin yıllık tohum kültürünün kaybolup gidiyor olması. Ulusaşırı şirketlerin marifetiyle üretilen genetik tohumlar, özellikle yoksul ülkelerin gıda pazarını ele geçiriyor. Bununla da kalmıyor, “terminatör tohumlar” vasıtasıyla kadim ve doğal tohumlar da yok oluyor. Son küresel gıda krizinin de baş faillerinden olan GDO’lu tohumların ölümcül tehlikelerini, jeopolitik ve ekonomik etkilerini anlattığı “Ölüm Tohumları” kitabının Bilim+Gönül Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılması dolayısıyla İstanbul’a gelen F. William Engdahl'e kulak veriyoruz...

 

Sizi “Ölüm Tohumları”nı yazmaya yönelten ne oldu?

F. William Engdahl: 1980’lerde tarım ticareti ve özel şirketlerin gıda arzını kontrol etmesiyle ilgili araştırmalar yapmıştım. Daha sonra, genetiği değiştirilmiş tohumların bu sanayileştirme sürecindeki rolünü araştırarak devam ettim. Bulgularım beni epey endişelendirdi. Bir Amerikan derneğinin genetik manipülasyon bilimini neredeyse tek başına yarattığını gördüm. Bu denli endişelenmemin sebebi, bu derneğin fonksiyonunu da, ona destek veren politik çevreleri de (1970’lerde petrolün kontrolü üzerine bir gazeteci ve araştırmacı olarak yaptığım çalışmalardan dolayı) çok iyi tanımamdı. Tabii ki Rockefeller Derneği’nden söz ediyorum. GDO’lu tohumların yarattığı sağlık risklerinden önceden az çok bilgim vardı. Ama ne zaman ki dört dev kimyasal şirketinin –ki bunların üçü Pentagon’la yıllarca gizli biyolojik ve kimyasal savaş çalışmaları yapmıştır– GDO’lu tohum projesinde oynadığı rolden haberim oldu, işte o an her şey netleşti. Monsanto bunların arasında en önemlisi, Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Rockefeller grubunun bir uydusu. Henry Kissinger’ın 1970’lerde söylediği bir sözü hatırlattı bu bana: “Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeleri kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.” Eisenhower sonrası ABD’de neredeyse bütün dışişleri bakanları Rockefeller grubundan çıkar, 1950’lerden beri Amerikan dış politikasının önemli aktörlerinden biri olan Kissinger gibi.

Rockefeller Derneği’nin buradaki rolü nedir?

ABD’nin önde gelen etkili çevrelerinin, Amerika’nın en güçlü figürlerinin 1930’larda başlattıkları, finansmanını Rockefeller Derneği’nin yaptığı “Savaş ve Barış Çalışmaları” adında bir proje vardı. Bu çalışmalar, daha İkinci Dünya Savaşı bile başlamamışken, ABD’nin İngiliz İmparatorluğu’ndan dünyanın kontrolünü nasıl teslim alacağına yönelik planlamalardı. Öncelikle zekice bir halkla ilişkiler mantığıyla “kendimize İnglizler gibi imparatorluk demeyelim, onun yerine dünyaya serbest ticaret ve demokrasi götürdüğümüzü söyleyelim” dediler. Tabii serbest ticaretten kastettikleri, kendi sanayiini kurma aşamasındaki ülkelere ABD’nin serbestçe girip dev şirketleriyle yerel üreticiyi ezmesiydi.

Tarımda da aynı yoldan gidiliyor diyebilir miyiz?

1970’lerden beri, yani Kissinger’ın dışişleri bakanı olduğu dönemden beri, ABD, tarım ihracatını, kendisinin ilk kez dile getirdiği şekliyle, “gıdayı silah olarak” kullanıyor. Washington’ın dediklerine karşı çıkan ülke gıdasız, aç kalır. Kitaba dönecek olursak, sözü edilen “ölüm tohumları”, insan hayatının sürdürülebilirliği için en temel önemdeki gıdaların, yani mısır, soya, pirinç, pamuk ve yeni başlayan buğday tohumları. Gelişmekte olan ülkelerin patentli tohum kanunlarıyla tohum arzlarının kontrol altına alınması, uzun vadeli bir Pentagon ve Dışişleri stratejisidir. 1974’te Kissinger’ın hazırladığı NSSM200 kod adlı gizli raporun konusu “bir ABD dış politikası olarak nüfus kontrolü” idi. Bu raporda, içlerinde Türkiye, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin bulunduğu 13 ülkenin, soğuk savaş sırasında ABD’ye gerekli olan mühim hammaddelere sahip olduğu ve dolayısıyla bu ülkelerde nüfus artışının önüne geçmek gerektiği yazılıdır. Bu rapor gizli olduğundan, Amerikalılar dahil kimsenin bunlardan haberi yokken, bir anda kitapçıları “Nüfus Bombası”, “Fazla Nüfusun Tehlikeleri” gibi isimlerde kitaplar sardı. Tabii ki bu propaganda kitaplarının sponsorları Rockefeller Grubu ve menfaat ortaklarıydı. Peki GDO’lu tohumlar bu resmin neresinde? Mesela, Monsanto’yla çalışacak bir çiftçiyi ele alalım. Çiftçi tohumlarını alacağı Monsanto’yla kimyasal yan ürünlerini de sadece ondan almak üzere bir anlaşma imzalamak durumunda. ABD’de örneğin, çiftçiler ekim yapmak üzere tohumlarını tohum şirketlerinden almaya alışık çok uzun zamandan beri, Monsanto da bu sayede dünyanın en büyük şirketlerinden biri. ABD’li çiftçi için anormal bir durum değil bu. Oysa gelişmekte olan dünyada, beş bin yıllık tarım geleneği, ürünün kendi tohumuyla bir sonraki sene tekrar ekilmesine dayanıyor. Türkiye, Çin gibi ülkelerde tohum piyasasını kontrol etmek isteyen Monsanto gibileri için bu büyük bir engel. Bu sebeple, Monsanto iki sene önce “terminatör tohum” denen teknolojiyi geliştiren şirketi satın aldı. Bu tohumlar bir ekimden sonra kendi kendini imha ediyor. Amerikan devletinin işbirliğiyle bulunan ve Monsanto tarafından satın alınan “terminatör teknolojisi”, GDO’lu tohumla tarımı kontrol etmenin anahtarı işlevini görüyor.

Bu teknolojinin geliştirilmesinde akademik çevreler nasıl bir rol oynadı?

Purdue gibi üniversiteler bu konularda bayağı faaldir, ama problem şu ki, akademi de aynı tarım şirketleri tarafından satın alınmıştır. ABD için tarım bir stratejik ihraç ürünüdür, aynı askerî teçhizat gibi. Tarım ticaretiyle başka ülkelere yaptıkları etkilerin en önemlilerinden biri, yerel ekonomiyi yıkmaktır. Mesela, endüstriyel tavuk eti: Arkansas veya Vietnam’daki üretim çiftliklerinde tavuğu –tabii onun adına tavuk denirse– o kadar ucuza mal ediyorlar ki, bunları fakir Afrika ülkelerine ihraç ederek yerel ekonomiyi dağıtıyorlar. Amerikan İmparatorluğu değil, Amerikan Asrı diyorlar kendilerine. Gelişmekte olan ülkelerde gıdayı ve nüfusu kontrol altına almanın en geçerli yolu Latin Amerika’da, Çin, Türkiye gibi ülkelerde bütün tarımı GDO’lu tohum ekimine bağlamak; böylece, “işbirliği yoksa tohum da yok” diyebilmek. Küresel tarım ticaretinden kastettiklerim Unilever, Nestlé, Kraft, Kellogg’s, Cargill, Monsanto gibi dev şirketler...

Bunlar Türkiye’de de çok aktif şirketler...

Her yerde öyleler.

Bebek maması sektörüne de hakimler...

Evet, bebek mamaları dünyadaki en önemli sağlık sorunlarından biri şu an.

GDO’ların tarım ve insan sağlığına etkileri hakkında ne söylenebilir?

GDO teknolojisi, hektar başına daha fazla verim vermiyor. Hatta ilk iki-üç hasattan sonra verim düşerken, kimyasal ilaç kullanma ihtiyacı artıyor, çünkü bu sefer süper yabani otla baş etmek durumunda kalınıyor. Burada pek mevzubahis edilmeyen yeni jenerasyon teknolojiye de dikkat etmek gerekiyor. Mısır ve benzeri tohumlarda yeni teknoloji insan spermine zarar veren bir yapıya sahip, yani bu ürünleri yiyen erkekleri kısırlaştırıyor. Bu sertifikalı, insan kısırlaştıran mısır tohumu California’da San Diego bazlı bir şirket tarafından DuPont, Dow Kimyasal ve Syngenta gibi şirketlerle işbirliği yapılarak geliştirildi. Amerikan hükümeti tarafından da desteklenerek üretilen bu tohumlar, komşu ülkelerden yiyecek alabilmelerini sağlayacak para yardımı yerine, ABD Dışişleri tarafından Afrika’daki açlık çeken ülkelere dayatılıyor. Bir düşünün, bundan 10-15 sene sonra, gelişmekte olan dünyada, Avrupa’da, her yerde, bu konudaki direnişin bitip bütün tarımın GDO’lu tohuma bağlı kaldığını. İşte o zaman, nüfus kontrolü için mükemmel bir silah geçmiş olur elinize. Tohumu kesersiniz ve insanlar açlıktan ölür. Tohumların ya da bütün canlıların özel teşebbüs tarafından patentlenmesi, Birleşmiş Milletler’de alınacak bir kararla bütün dünyada yasaklanmalıdır. Hiçbir olumlu katkısı olmayan genetik manipülasyon, hatalı, yanlış bir bilime dayanır, 1930’larda Rockefeller Derneği’nin yarattığı, yanlış bir vaade, bir organizmanın genleriyle oynayarak yeni bir ürün elde etme vaadine dayanan bir bilimdir. Hayatı tek bir gene indirgeyip onu değiştiremezsiniz, bu yanlıştır. Ne yazık ki Batı üniversitelerinde egemen olan bir biyoloji sahası bu.

Peki ne yapabiliriz?

Yapılacak birinci ve en önemli şey, GDO’suz, kimyasal gübre ve ilaçlardan arınmış üretim yapan çiftçileri ve ürünlerini tercih ederek desteklemek. Çocuklarımızın ABD’de olduğu gibi alerjilerle ve başka hastalıklarla büyümelerini istemiyorsak, bu tehlikenin çok net olarak anlaşılmasını sağlamalıyız. Son on yılda ABD’de çocukların alerji grafiklerinin yükselişiyle GDO’lu yiyeceklerin tüketiminin grafiği paraleldir. Küresel tarım şirketleri insan hayatına, sağlığına, tarihteki tüm savaşlardan daha fazla zarar veriyor.

Obama’nın atadığı tarım bakanı nasıl bir şahsiyet?

Vilsack Iowa’dayken Monsanto’ya çok çok yakındı. Her tarım bakanı göreve gelmeden önce tarım ticaretinin önde gelenlerinin onayını almak zorundadır, Vilsack da bir istisna değil. Bill Clinton’ın ilk tarım bakanı Michael Espy Arkansaslıydı, ABD’nin ilk siyahî tarım bakanıdır, göreve atanmadan önce dünyanın en büyük endüstriyel tavuk üreticisi Tyson Gıda tarafından mülâkata tâbi tutulmuştur.

ABD’de bir Gıda Güvenliği Yönetmeliği hazırlanıyor, bu çalışmayı yürüten kişi de bir Monsanto yetkilisinin eşi. Çiftçilerden gelen haberler, yeni yönetmeliğin küçük çiftçiyi tamamen yok etmek üzere hazırlandığı yolunda.

Ben de duydum bu konuyu, ama henüz çok yeni olduğu için yeterince araştırma fırsatım olmadı. Bu onların tarzı. Anavatan Güvenliği (Homeland Security) güvenlikle alâkalı değildir, bir polis devleti yaratıp ABD içinde fikirleri kontrol etmekle alâkalıdır. “Gıda güvenliği”, “finans güvenliği” yahut “modernleştirme” gibi terimleri kullanırken asıl ana kelimeyi, “kontrol”ü saklamak derdindeler.

Sonuçta amaçladıkları ne; nüfusu kontrol etmek niye bu kadar önemli?

Aklı başında hiç kimse kendi insanlarının ve dünyanın geri kalanının sağlığıyla oynayan bu politikaların peşinden koşmaz. Bence bu güçlü elit ailelerin bazıları için aklı başında diyemeyiz. Böyle düşünen bir tek ben değilim. CNN’in kurucusu Ted Turner, yıllar önce, sorduğunuz soruya cevap olabilecek şöyle bir söz söylemişti bir muhafazakâr dergiye: “Bence nüfus kontrolü son derece önemli. Kendi servetimden 1 milyar doları Birleşmiş Milletler Nüfus Kontrolü Programı’na bağışladım. Ben üstünde 225 milyon kişinin yaşadığı bir dünyada rahat olabilirim, daha fazlasını istemem.” Bu insanlar çıldırmış, ama paraları var diye normal sanılıyorlar.

Etanol gibi biyoyakıtların GDO’lu tarım projesindeki rolü ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Geçen sene Dünya Bankası tarafından yapılan gizli bir araştırmaya göre, son iki senede temel gıda fiyatlarındaki (pirinç, soya vs.) artışın yüzde 75’inin etanolden kaynaklandığı belirtiliyor. Bush hükümeti, 2006’da, yakıt olarak kullanılmak üzere mısır yetiştirmeleri için çiftçilere çok büyük bir sübvansiyon sağladı. Fiyat patlamasına yol açtığı için bu bir suç olmalı. ABD’deki çiftçiler bu fırsata dört elle sarıldılar, çünkü o kadar köşeye sıkıştırılmışlardı ki, yakılacak olsa bile mısırları için daha çok para almak cazip geldi. ABD’de çiftçilerin çoğu büyük borç içerisinde. Bu büyük bir problem.

ABD yönetimi kendi halkının bu ürünleri tüketmesine nasıl izin veriyor?

GDO teknolojisinin en büyük kobayları, Baba Bush’un 1992’de hiçbir düzenleme ve kontrole tâbi olmadan başlattığı ticaretin müşterileri olan Amerikan halkıdır. Elitler sade vatandaşı hiç umursamıyor. İngiliz politikacı Lord Akton’ın yaklaşık yüz yıl önce söylediği sözü hatırlatayım: “Güç yozlaştırır, mutlak güç tam yozlaştırır.”

GDO’lu tohumlar ve petrol ilişkileri üzerine kitaplar yazarken engellerle, tehditlerle karşılaştınız mı?

ABD’de yayınevi bulmak çok zor oldu, özellikle de tohum kitabı için. Kanada’da cesur bir yayıncı buldum sonunda. Soros tarafından milyon dolarlık tazminat davasıyla tehdit edildim. Soros, ABD Dışişleri Bakanlığı ve istihbaratının bir uzantısıdır. Gözümü korkutmaya çalışıyorlar, ama ben buradayım işte. Tabii ki bunları yapabilirler, benim bu bakanlıkla mücadele şansım yok, ama ben doğru bildiğimi yapmaya devam ediyorum. Korku üzerine oynuyorlar. İnsanlar korktukları için düşüncelerini söylemekten vazgeçerse, onlar kazanmış olur. Bir-iki kişiyi yakalayıp içeri atarak herkesi sindirebiliyorlar. Obama projesinin arkasında duran elitlerle Bush’u başa getirenlerin aynı çevreler olduğu unutulmamalı. Dünyanın geri kalanının onların politikalarından uzaklaşmaması için ABD’nin daha yumuşak bir mesajla yola devam etmesi gerektiğine karar verdiler.

Herkes değişebilir, ama Rockefeller değişmez yani...

David Rockefeller 92 yaşında ve hâlâ işinin başında.

Söyleşi: Barış Çakan


Yorumlar - Yorum Yaz